WAT ile Amerika Macerası

Türkiye’de Kasım ayından başlayıp Temmuz'un başına kadar yani vize alana dek hep içimde Amerika tecrübesini yaşamaya çalışıyordum. Oraya gittiğim takdirde nelerle karşılaşacağımı çok az kestirebiliyordum. Aklımda bir sürü soru işareti vardı.

Nihayet Temmuz ayı gelip çattığında vize başvurusunu yapıp kabul edildikten sonra tek gidiş uçak biletini aldım ve İstanbul’un yolunu tuttum. Yolda giderken tarifi mümkün olmayan bir heyecan içindeydim. Yalnız başıma ilk defa başka bir ülkeye hem de dünyanın öbür tarafına gitmek üzereydim.

Sonunda Amerika’ya uçma zamanım gelmişti ve Atatürk Dış Hatlar terminalindeydim. Uluslararası atmosferi olan bir ortama ilk orda adapte olmaya başladım. Uçağa binip cam kenarına oturduğumda etrafı izlerken kendimi müthiş bir yalnızlık duygusu içinde buldum. Sanki geri dönüşü olmayan bir yola girmiştim, içimde sessiz çığlıklar ‘Bu işi başarabilirsin’ diye haykırıyordu. Böylece uçağımız İstanbul’dan ayrıldı ve Amerika kıtasının yolunu tuttu. Yaklaşık 12 saat süren yolculuktan sonra New York’a indik.

Pasaport kontrolünden geçtikten sonra Columbia Üniversitesi'nde yapılacak olan oryantasyona gidebilmek için taksi bulmaya çalışırken zenci bir adam yanıma yaklaştı ve nereye gitmek istediğimi sordu. Ben de gayet dostane bir şekilde gitmek istediğim yeri söyleyip fiyatta anlaşınca taksinin yanına gitmeyi beklerken kendimi bir limuzinin yanında buldum. Biraz şaşkınlık ve tereddütle dolmuş gibi işletilen limuzine benimle gelen diğer yolcularla bindim ve Manhattan’ın yolunu tuttuk. Konuştuğum yolculardan orta yaşlı bir Bulgarla biraz limuzinin iç atmosferinden biraz da yolculuktan kaynaklanan heyecanımı yenmek için çat pat da olsa konuşmaya çalıştım. Yolculuk sırasında ise Manhattan’ın geceleyin ışıklandırılmış gökdelenleri canlı canlı izlemek adetta beni büyülemişti. Ünlü Times Meydanı'ndan da limuzin eşliğinde geçtikten sonra kampüse vardım.

Kaydımı yaptırıp yol yorgunluğumu atmak için odama çıkıp kapıyı çektikten sonra derin bir oh çektiğim anı hiç unutmayacağım. Gece deliksiz bir uyku geçirdikten sonra kahvaltı yapmak için bizim üniversitenin yemekhanesine hiç benzemeyen üniversitenin yemekhanesi gittim ve orada tanıştığım çek arkadaşlarımla doyurucu bir kahvaltı yaptım. Amerika’da karşılaşacağımız problemleri ve çalışma prosedürlerini anlatıldığı çok eğlenceli geçen oryantasyon eğitimden sonra sosyal güvenlik numarası almak amacıyla orada tanıştığım arkadaşlarla birlikte Harlem’deki Sosyal Güvenlik Bürosu'nun yolunu tuttuk.

Yolda giderken ülkenin en meşhur! zenci bölgesini yakından görme fırsatı bulmuş oldum. Benim gibi hayatından hiç zenci görmemiş birisinin orada yaşacağı heyecanı ve merakı da artık siz tahmin edersiniz. Sosyal Güvenlik Bürosu'na geldikten sonra sanki bir devlet dairesinde değildim. Oradaki insanların bir devlet dairesine gelmiş olduklarından yüzlerine yansıyan en ufak bir mutsuzluk görmedim. Zaten orada bizdeki gibi asık suratlı, renksiz takım elbiseli memur göremezdiniz. Büroda işimizi bitirdikten sonra kampüse geri dönüş yolculuğu başladı. Caddede giderken hiç beklenmedik bir zamanda bir yolcu otobüsünün yan cephesine asılmış Türkiye hakkındaki reklamı görünce daha iki gün önce ayrıldığım sevdiklerim aklıma geldi ve duygulandım.

Kampüse geldikten sonra Boston’a gitmek için bir otobüs bileti ayarladım ve istasyonun yolunu tuttum. Terminalde dört beş saat bekledikten sonra otobüse bindim ve yanıma oturan zenci bir kadın ile Boston’un yolunu tuttum. Zenci kadınla birazcık sohbet etmek istesem de uykusuzluk ağır bastı uykuya daldım. Sabaha karşı Boston’a vardığımda ilk işim işverenimle irtibata geçmek oldu. İlk başlarda biraz sıkıntı çeksem de derdimi anlatabildim. Sonunda beni aldılar ve üç ay boyunca çalışacağım işyerime gittim.

Bundan sonra tam üç ay Boston’a elli kilometre uzaklıktaki Tygnsboro kasabasında bir otelde aşçı yardımcısı olarak çalıştım. Acısıyla tatlısıyla yaşadığım bu üç ayda kendime çok şeyler katma fırsatım oldu. Öncelikle Avusturyalı Şefim yardımıyla iş disiplinini, para kazanmanın hiç de kolay olmadığını, Amerikalı da olda Kenyalı da olsa Avusturyalı da olsa bütün insanların çok benzer hedeflerin peşinden koştuğunu, çalışmanın çok güzel bir duygu olduğunu, her insanın kötü veya iyi istediği her amaca ulaşabileceğini, sabretmeyi, kendine yetebilmeyi, sevdiğim insanların önemini, kaybettiklerin ardından metanet gösterebilmeyi, her türlü sorunla karşılaşsan bile soğukkanlı olabilmeyi, insanlara çok da fazla güvenmemeyi ve en önemlisi insanın içindeki ilahi gücü keşfettim.

Umarım sen de bu yazıyı okuduktan sonra kendine "Ben de bunu yapabilir miyim?" diye sormaktan öte "Oraya gittikten sonra kendime neler katabilirim?" diye sormaya başlarsın. Çünkü ben daha önce oralara giden insanların başından geçenleri okuduktan sonra bu soruyu kendime sormuştum.

Tuncay ERGÜN