barasorlu Nickli Üyeden Alıntı
Amerika’ya yolculuk
'İniş için koltuğunuza oturup kemerlerinizi bağlayınız' ışığı yanmadan önce elime uzun ve ince bir kağıt sıkıştırdı bizimle ilgilenen hostes. Bu kağıdı okumalı, doldurmamız gereken yerleri doldurmalı ve bir dahaki gelişinde ise kendisine teslim etmemizi tembihledi. Gözlerimdeki şaşkın, ve yüzümdeki ne yapması gerektiğini bilmeyen ifadeye takılmış olsa gerek, korkulacak bir şey olmadığını, sadece prosedür gereği bunu yapmam gerektiğini fısıldadı kulağıma ve içimi eriten bir göz kırpmanın ardından uzaklaştı.
Daha önce kardeşimle birlikte 2 defa İngiltere'ye gitmiştim, bu yüzden içinde bulunduğum ortamda daha rahat olmalıydım, ama şimdiki durağım Amerika, tabiri yerinde ise, dünyanın diğer ucu olduğundan bir türlü rahatlayamıyordum. Ailemden bu kadar uzakta olduğumu bilmek, hatta aramızda kocaman bir okyanusun var olduğu fikri, sürekli kafamı kurcalıyor ve rahat olmamı engelliyordu. Bir de ne ile karşılaşacağımı bilmeme, bilememe düşüncesi... İşte asıl zor olan, ve boğazımda düğümlenen de buydu galiba.
Amerika'daki ilk durağım Dallas oldu. Havaalanına iner inmez, soluduğunuz havadan ve gördüğünüz insan tipinden ne kadar farklı bir yere geldiğinizi hemen anlıyorsunuz. Dallas, ne daha önce bana anlatılan Amerika'ya, ne de Avrupa'ya hiç mi hiç benzemiyordu. Farklı, kendi halinde bir yer olduğu her halinden belliydi.
Size ilk olarak 'Dallas/Texas' dendiğinde aklınıza gelebilecek her şey mevcuttu orada. Tıpkı filmlerdeki gibi alabildiğine, uçsuz bucaksız uzanan, sadece kapısından eve gitmenizin dakikalarca sürdüğü ve içinde yüzlerce hatta binlerce büyük ve küçük baş hayvanın olduğu çiftlik evleri. Ütüledikleri kot pantolonlarını giyip, bu kıyafetlerini ekoseli gömlekleri, kovboy şapkaları ve çizmeleri ile süsleyen kovboylar. Hatta ve hatta yer yer rastlayabileceğiniz, ön kaportasına, Texas'ın simgesi olan büyük boynuzlardan monte edilmiş, eski ve büyük Cadillac arabalar. 'Hah!' dedim, 'tam da istediğim yere geldim.'
Kovboylara ve atlara olan aşkım, küçük yaşlarda, çok sevdiğim dedemin hikayeleri ile başladı ve yine küçük yaşta babamın Amerika seyahatlerinden dönerken bana getirdiği kıyafetler, oyuncaklar, ve kovboy şapkası ile devam etti. Şimdi ise Texas'ta, hayatımda açılacak yeni bir sayfa ile devam edecekti. O an için benden mutlusunu bulmak herhalde mümkün değildi.
Texas'ta geçirdiğim zamanın ilk haftası bana, Amerika'nın temellerinin din ve milliyetçilik üzerine atıldığını gösterdi. Belki benim Texas'ta, ağabeylene adında küçük bir kasabada yaşıyor olmam, belki bir hıristiyan okuluna gidiyor olmam bunun en büyük nedeniydi ama emin olun ki, Amerika'nın diğer bölgelerinde, çeşitli eyaletlerinde, ve şehirlerinde yaşamış olan ben, bu iki unsurun Amerikalının hayatında ne kadar önemli olduğunu gözlerimle gördüm, yaşadım. Adamların paralarının üzerinde bile 'In God We Trust (Allah'a güveniyoruz)' yazıyor, aksini nasıl söyleyebilirim ki, kim söyleyebilir ki...
Texas'ta görülmesi gereken ilk yer San Antonio şehri. Texas'ın bütün karakteristik özelliklerini taşıyan San Antonio Amerika'nın 8'inci büyük şehri durumunda. Zamanla kozmopolitan bir yapıya bürünen şehir, bu zaman içinde tarihi güzelliklerini de içinde barındırmasıyla tanınıyor. Texas'ın ortasında yer almasına, yani okyanusa kıyısı olmamasına rağmen, şehrin ortasından geçen, ve 2,5 mil (4 kilometre) uzunluğunda olan nehir (River Walk) çok güzel ve akılcı kullanılmış. Oteller, Restoranlar, parklar bu nehir boyunca inşa edilmiş, ve şimdilerde senede 20 milyon kişiyi turist olarak şehire çekiyor.
San Antonio tarihi de enteresan. Kızılderililer ilk olarak San Antonio nehrinin kıyılarına, 'Yanaguana (Serinletici veya Temiz Sular)' diye adlandırılan bölgeye yerleşmeye başlamışlar. Daha sonra 1691 yılında bölgeye İspanyollar gelmiş, dolayısıyla kızılderilileri bölgeden uzaklaştırmışlar, ve bölgeye 'Saint Anthony' ismini vermişler. Şehire asıl ismini veren ise 1718 yılında Rahip Antonio Olivares olmuş.
Fazla bıdı bıdı edip de kafanızı ütülemek değil niyetim. Eğer tarih ile ilgileniyorsanız ve anlattıklarım biraz olsun ilginizi çekiyorsa, 2004 yapımı bir John Lee Hancock filmi olan 'The Alamo' filmini izlemenizi tavsiye ederim.
San Antonio şehrinin okyanusa kıyısı yok, ama Texas'lılar 'Bu bizi durduramaz' demiş olmalılar ki, her türlü deniz canlısının insanlara tanıtıldığı, ve çeşitli oyunların yer aldığı 'Sea World (Deniz Dünyası)' yani Amerikanın en büyük deniz parkını şehir içine inşa etmişler. Bunun yanında şehirde inşa edilen 'Six Flags' ismindeki devasa lunapark şehrin eğlenceyi ne kadar sevdiğinin ve turiste ne derece önem verdiğinin bir göstergesi.
Texas ve özellikle San Antonio şehri inanılmaz bir yer. İmkanınız var ise, gerçek Amerika'yı görmek ve gezmek isterseniz şiddetle tavsiye ederim. Mutlaka gidip, gezin ve görün. Yapabiliyorsanız, araba kiralayıp güzel bir Texas turu yapmanızı tavsiye ediyorum. Dünyada bu kadar çeşitliliği görebileceğiniz pek az yer vardır...
İyi günler...
22.12.2005 09:13:00
Bookmarks