“Reşit Paşa vapuruna bir gün Bekir Çavuş isminde bir ağır yaralı getirdik. Onun cephenin ön saflarında bulmuştuk. Bir ayağı kangren olmuştu. Hemen Reşit Paşa vapurunda ameliyat masasına yatırdık.

Ayağını kestik. Bir tek ayağı ile kalmıştı ama vaziyeti çok tehlikeli idi. Kangren çok ilerlemişti. Aynı zamanda pek fazla kan kaybetmişti. Adeta ölmesini bekliyorduk.

O gece sabaha karşı kamaramın kapısı hızlı hızlı vuruldu. Kalktım dışarıda bir ses:

Çanakkale Menzil Hastanesi’ndeki Türk yaralıları…

— Başhemşire… Başhemşire… diye bağırıyordu….

Hemen giyinip fırladım, genç bir Alman hastabakıcısı:

— Hani ayağını kestiğimiz yaralı yok mu?

— Bekir Çavuş mu?

— Evet.

— Ne oldu peki?

— Kendisine bir hal geldi hemşire, tek bacağıyla ayağa kalktı. Odanın içinde dolaşmak istiyor.

Hemen koştum. Bekir Çavuş yaralarından kanlar aka aka ayağa kalkmıştı. Yanına koştum. Bileğinden tuttum, müthiş ateşi vardı.

— Aman Bekir Çavuş dedim, Ne yapıyorsun? Bu hal ile ayağa kalkılır mı?

Bekir Çavuş kendini kaybetmiş bir halde idi.

— Aman dedi, Ne diyorsun? Emir geldi, emri yerine getirmek lazım.. Tabii kalkacağım.

Ve sabaha karşı Bekir Çavuş kollarımız arasında dünyaya gözlerini büsbütün kapadı. Bu adamcağız son dakikasına kadar kumandanın emrini, kendisine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey düşÃ¼nmüyordu. Son dakikasında bile ne annesini ne sevdiğini düşÃ¼nüyordu.

Kansız beyaz dudaklarından çıkan en son cümle:

— Emri yapamadım, oldu.

Fakat ben ona kani idim ki Bekir Çavuş vazifesini son derece yapmıştı.“


İlk Türk Hemşiresi: SAFİYE HÜSEYİN (ELBİ)