"Bu içeriğin tüm hakları şahsıma aittir. İzinsiz kopyalanıp farklı yerlerde yayınlanması veya basılması durumunda hukuki haklarımı saklı tutacağımı bildiririm."

Acısıyla tatlısıyla bir WAT hikayesi (WAT 2009)


WAT 2008’in su gibi akıp gitmesinden sonra merakla ve dört gözle beklediğim 2009 yazı yavaş yavaş yaklaşmaya başladı. Bir yandan çalışma hayatı, bir yandan okuldaki son senenin ve final sınavlarının yaratmış olduğu stres çoğu kez “ amaaan ne olursa olsun artık” dedirtse de bana, hiçbir zaman WaT hayallerinin dışına çıkamamışımdır. Bu hayaller belki de son kez yaşayacağım bu yazın en mükemmel şekilde geçmesi için gereken ne varsa yapmamı sağlıyordu. Bir çok öğrenci ikinci senesinde aynı yere gitmektense farklı yerlere gitmeyi yeğlese de, ben ısrarla 2008 yazında gittiğim New York eyaletinin Lake George kasabası üzerinde duruyordum. Niye durmayayım ki? Çok güzel anılarla geride bıraktığım 2008 yazı, doğa harikası mükemmel bir kasaba ve orada edindiğim arkadaşlıklar üstüste eklenince aslında fazla düşünmeme de gerek kalmıyordu. Bu sitede beni tanıyan arkadaşlar az çok bilirler. Her zaman bu programa yalnız katılma fikrini gütmüşümdür. Ancak insanın hayatında bazı değişkenler olabiliyor ve bunların ne zaman su yüzüne çıkacağı belli olmuyor. Benim değişkenim hiçbir zaman kıramayacağım bir arkadaşımın benimle geliyor olmasıydı. Gereksiz bilgilerle introduction kısmını da uzatmak istemediğimden hemen neler yaşandığını özet olarak paylaşmak istiyorum.

Yolculuk başlasın !

12 Haziran’da son final sınavlarını verdikten sonra Eren’le benim ülkede sadece 1 günümüz kalıyordu. Tüm hazırlıklarımızı bu 24 saat içerisinde tamamlayıp ülkedeki son gecemizi geçirdik. 14 Haziran sabahı Atatürk Havalimanına geldiğimizde çok büyük bir heyecan yoktu üzerimde açıkçası. Ancak yanımdaki arkadaşıma bakıyorum, ister istemez garip haller alıyor yüzü, verdiği tepkiler... Check-in’den geçiyoruz ve doğru Free Shop’a. Yine istediklerimizi net olarak alamıyoruz. 1’er karton sigara ile yetinmek zorunda kalıyoruz. Uçaktaki yerlerimizi aldıktan sonra artık WAT 2009’un resmen başlamasını, uçağın kalkışa geçmesini bekliyoruz. Aynı uçakta birçok öğrenci, birçok farklı amaçla ABD’ye seyahat ediyor. Gözlerden “o” heyecan kolayca okunabiliyor elbette.

Uçak kalkıyor ve trende hasbelkader karşılaşmış iki vatandaş edasıyla Eren’le koyu bir muhabbete giriyoruz. Yol uzun. Uyumak, yapılabilecek en mantıklı şey gibi görünse de, algılayamadığımız, farkedemediğimiz birşey engel oluyor buna. Yolculuk süresince Eren’in gerek ifadelerinden gerekse mimiklerinden bir sıkıntısı olduğunu anlıyorum ve bekliyorum “Acaba ne zaman paylaşacak?” diye. Ve o an geliyor. “Ya abi....” diye başladığı sözü kesiyor ve tebessümle “Söyle söyle” diye araya giriyorum. Devam ediyor...”Ya abi. Şimdi gidiyoruz biz oraya. Tamam iyi hoş güzel. Sen çift DS’in olduğunu söylüyorsun. Ya seni orda içeri almazlarsa? Ben ne yapacağım abi? Geri dönerim valla!” İkimizde basıyoruz kahkayayı. Eren’in WAT’a katılmasının yegane nedeni, bir sohbet esnasında “Abi bu sene Amerika’ya bende mi gelsem?” sorusuna verdiğim 3 saatlik yanıt ile ikna oluşudur. Teslimiyetçi bir ruh hali ile bütün WAT hayallerini bana bağladığı için arkadaşı yavaş yavaş anlamaya başlıyorum. Diyorum ki : “Oğlum ne olacak yahu? Gidersin Port Authority’e Lake George’a bilet alırsın. Gideceğin park bu. Ayarlarsın.Eşek değilsin ya!” İçten içe dua ettiğini de sezmiyor değilim hani. Gel zaman git zaman diyesim geliyor ama yol o kadar uzun ki zaman gelmiyor ki artık New York’a varalım. Bu arada yiğidin hakkını teslim etmek gerekir diyorlar ya. Aynen öyle! THY, bir uçakta sunulabilecek olanakların neredeyse hepsini sağlıyor bizlere. Bu sayede yolculuk biraz daha eğlenceli geçiyor. Ve gerek önümüzdeki ekranlardan gerekse pencerelerden baktığımıza NY’a yaklaştığımızı görüyoruz. Tam inişe geçiyoruz, uçak birden tekrar yükselmeye başlıyor. Ne olduğunu anlayamıyoruz doğal olarak. Başlıyoruz New York City’nin üzerinde daireler çizmeye... 1 tur,2 tur,3 tur oluyor. Yolcular ister istemez panik yapmaya başlıyor.Yanımdaki koltuktan da bir ses yükseliyor : “Abi ne oluyor yaaa? Niye inmiyor bu .......... uçağı”. “En kötü ihtimal Hudson Nehri’ne ineriz “ diyerek cevap veriyorum ve herkes bana bakıyor.Kaptan pilot duruma el koyuyor. “Ya kusura bakmayın gaza fazla bastık” demiyor da, “Sayın yolcularımız öngörülen zamandan daha önce ulaştığımız için kule iniş izni vermiyor. İzin aldığımızda ineceğiz”. Atılan tam 7 turun ardından nihayet inişimizi gerçekleştiriyoruz. Uçaktan iner inmez koşmaya başlıyoruz. Eminim ki insanlar o sırada bizim deli olduğumuzu düşünüyorlardır. Ancak neden koştuğumuzu pasaport kontrolündeki kuyruğu görünce anladıklarını da umuyorum. Pasaport kontrolündeki işlemler maksimum 3-4 dakika sürüyor. Sıra bana geliyor ve 3-4 dakika ne demek. 10 dakika oluyor neredeyse ve birşeylerin ters gittiğini anlıyorum. Çift DS formu olması sorun çıkartıyor ve polis onu takip etmemi söylüyor. Bu sırada arkama son kez bakıyorum ve Eren’in endişeli gözlerini görüyorum. Bir yandan gülerken bir yandan ben de tedirgin oluyorum. “O kadar geyiğini yaptık ama ya beni içeri almazlarsa bu çocuk ne yapacak?” Çünkü gideceği yer hakkında tek bir bilgisi yok. JFK havalimanındaki polis merkezine götürüyorlar beni. Yaklaşık yarım saat orada tutuluyorum. Bir yandan da aklım Eren'de! Ne yaptı acaba? diyorum. Bu sefer beni bir telaş kaplıyor. Neyseki işlemlerim tamamlanıyor ve dışarı çıktığımda karşımda bir adam. Adam resmen terlemiş stresten. Alıyoruz bavullarımızı ve yola koyuluyoruz. Nereye? Fort Lauderdale- FL'ya. Maceraperest iki insan olaraktan arabamızı FL'dadan alıp 32 saatlik yolu aşıp Lake George'a varmayı planlıyoruz. Florida'ya uçmak için artık geri sayıyoruz. Ancak bir türlü geri sayım bitmiyor. 6 saat kadar JFK içinde boş boş dolaştıktan sonra JetBlue Airways'e ait olan Terminal 5'e geçiyoruz. Tabi bu arada Turkishwat'ı da unutmuyoruz. Elimizdeki ipod vasıtası ile Turkishwata 2 satır birşeyler karalıyoruz. Zaman geliyor ve Check-in yapmak için içeri giriyoruz. Görevliye pasaportumu uzatıyorum. İnceliyor ve "Bu pasaportun süresi dolmuş bununla seyahat edemezsin" diyor. Görevli bayan sanırım hayatında ilk defa pasaport görüyordu. Evet evet bundan başka bir ihtimal olamazdı. Pasaportta yenileme yaptığımı söylemek istiyorum ve elimi pasaporta doğru uzatıyorum. Birden iki adım geriye giderek sesini yükseltiyor ve "Yaklaşma bana! Orada dur!" diyor. Canım iyice sıkılıyor ama nihayetinde görevlinin aklına bir arka sayfaya bakmak geliyor ve bize geçmemiz için izin veriyor.

Jetblue Rezaleti!

Bütün kontrolleri geçtikten sonra artık uçağı bekliyoruz. Ekranlara bakıyoruz ne görelim? 1 saat rötar yazıyor. Moralimizi yüksek tutmaya çalışıyor ve beklemeye devam ediyoruz. Bir süre sonra rötarın 2 saate çıktığı duyuruluyor. 2 saat de geçtikten sonra artık duyuru bile yapılmaz oluyor. 20.20'de kalkması gereken uçağa 23.00 gibi ancak binebiliyoruz. O kadar yorulmuşuz ki artık nefes almak bile zulüm geliyor insana. Gözlerimi kapıyorum ve derin bir uykuya dalıyorum. Sonrasında bir sarsıntı... Etrafıma bakıyorum. Uçak hala pistte bekliyor. Saatime bakıyorum 00.30!! Jetblue'ya en içten dileklerimi içten içten ileterek uykuya devam ediyorum. Gece 03.00 gibi Fort Lauderdale'e iniyoruz. Artık emin ellerdeyiz. Çok sevdiğim bir arkadaşım bizi karşılıyor ve evinde misafir ediyor. ABD'de ilk geceyi devasa bir şişme yatakta geçiriyoruz.

Ertesi sabah erkenden uyanıyor ve yol için eksikliklerimizi tamamlıyoruz.(GPS-Telefon-Yiyecek içecek vs.gibi) Arabayı da yine arkadaşımdan alıyoruz ve son kontrollerini yapıyoruz. Zaman su gibi akıp gidiyor. Bir an önce de yola çıkmamız gerekiyor. Zira ertesi akşam JFK'dan karşılayıp, Lake George'a taşıyacağımız 3 arkadaş bulunuyor. Saat 15.45'te İbrahim ve ailesi ile helalleşerek yola çıkıyoruz. Artık bir arabamız var. 99 Model Ford Windstar ve 7 kişilik.. Yollarda otel parası vermeyi düşünmüyoruz anlayacağınız. Yola çıkıyoruz ve 2 mil sonra köşedeki benzin istasyonunda duruyoruz. Ne zaman ne olacağı belli olmaz derler ya. Aynen öyle! Hayatımda unutamayacağım ender hikayelerden biri o dakikalarda başlıyor. Benzinlikte yaşadıklarımızı isterseniz Eren'in ağzından dinleyelim :
--------------------------------------------------------------------------------------------------------